18 Mayıs 2016 Çarşamba

ROMA İLK İZLENİMLER



Bir şehre girerken duruma göre bizi ya havaalanı karşılar ya otobüs terminali ya da arabamızla gitmişsek şehrin bir silueti. İlk izlenim şehre vereceğimiz notu ya da orada yaşayabileceklerimizi az çok hissettirir.
Roma’ya Fuimicino Hava alanından giriyoruz. Bu arada ‘c’ler ‘ç’ okunuyor ve kelimelerin son hecesi uzatılıyor.
Fuimicino büyük ama eski bir havaalanı. Aslına bakılırsa bütün Roma eski bir şehir. Tarihten kalmış, eski olan her şey korunmuş. Binalar sokaklar hep tarihten kalmış. Sokakta gezerken kendimizi yüzyıllarca geride hissediyoruz. İnsanların bazıları sokakta ortaçağdan kalma kıyafetlerle dolaşıyor. Binalara ayıp olmasın der gibi.
Koskoca tarihi binaların alt katında, kemerlerin arasında bir bakkal, bir pastane, bir dükkân görmek bize çok ilginç geliyor. Sokakta, ortaçağdan kalmış binaların arasında, elinde cep telefonuyla konuşan, kaykayla, repçi kıyafetleriyle veya takım elbisesiyle dolaşan insanlar garibimize gidiyor. Bu tarihte kalmış şehirde çok eğreti duruyorlar.
Havaalanından taksiye binip eve varıyoruz. Yavrularımızın evine. Büyük bir heyecanla… Özlemişiz, bir an önce görmek isteriz. Meraktayız, nasıl bir evde yaşarlar, ne yer ne içerler, sağlıkları nasıldır?
Roma’nın surları bütün şehri kuşatıyor neredeyse. Surların dışına doğru pek yayılmış değil. Bizim gittiğimiz Tiburtina, surların dışında kaldığı için bindiğimiz taksinin şoförü bize kıt İngilizcesiyle sürekli “Burası çok uzak, şehrin dışında,” dedi durdu.
İtalyanlar çok konuşkan insanlar. Karşıdakinin anlayıp anlamadığına bakmadan sürekli konuşuyorlar. Güler yüzlü kişilerle karşılaştık, şükür.
Ancak İtalyancaya yabancı olduğumuzdan mı zamanda bayağı geriye gittiğimizden mi bilmem burası bana gezdiğim o kadar yabancı yerden daha da yabancı görünür. Tanıdık gelen ve çok beğendiğimiz bir şey varsa insan elinden çıkmamış, dev boyutlarda, çok yaş yaşamış fıstık çamları.
Eve girince aydınlandı yüzümüz. Yabancı bir yerde kendi canını bulmak ne güzel… Ev bir oda ve bir mutfaktan ibaret… Bir de balkonu olduğu için çocuklar burayı sevine sevine tutmuşlardı.
İtalya’nın diğer şehirlerinde tarım yaygın olduğu için aile birliği korunmuş ama Roma, Avrupa’nın diğer şehirleri gibi küçük ve bekârların yaşadığı evlerle dolu. Çocukların değil köpeklerin yaşadığı evler…
Sokaklar da köpek pislikleriyle dolu. Yani temizlik yönünden de ortaçağı pek aratmıyor. Kızım “Günde iki saat çalışan belediyenin temizliğe vakti olmuyordur,” diye espri yapıyor.
İtalyanlar siesta (öğle uykusu) olayını biraz abartmışlar. Sabah 11’de başlayan mesai 1’de öğlen uykusuna yerini bırakıyor. Sonra 4 ile 6 arası devam ediyor. İtalyanlar, işe değil, eğlenceye düşkünlermiş diye duyduk. O kadar yakından tanımadık tabii.

Çocuklar bizim için iki günlük bir gezi programı yapmışlar. Evde kızımın ilk defa misafir ettiği ailesine hazırladığı bir çeşit sebzeli mantarlı pilav olan ‘risotto’ yu yedik. Sonra aceleyle dışarı çıktık.

Hiç yorum yok:

BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...