27 Mayıs 2016 Cuma

İLGİNÇ

Romada sadece tarihi binaları gezmedik elbet. Kızımın bize yaptığı risotto ve makarnayı yedik. Muhteşem vejeteryan pizzaların tadına baktık. Markete gidip bolca makarna ve zeytin yağı aldık. Bu arada bir sır vereyim. sızma zeytinyağı orada çok ucuz.
Roma'da tiramisu yedikten sonra bizim ülkemizde tiramisu diye bir şey olmadığına bir isim benzerliği olduğuna karar verdim.
Roma dondurmasını atlamak olmazmış gerçekten. O kadar beğendik ki,  her fırsatta yedik. İki günde iki kere. Yalnız likörlü olmayanını istemek gerekiyor ve likörlü olana göre iki euro daha pahalı.
Tabii bir gezginin gözünden kaçmayacak çok ilginç görüntüler de vardı. İnternette gezerim ben de diyenler için.






23 Mayıs 2016 Pazartesi

ROMA'DA TARİH



Şehri iki şekilde gezmek mümkün… Ya bir ayda, her ayrıntıyı öğrenerek ki, bu mimarlık öğrencilerinin işi bence… Ya da iki günde hızlıca en meşhur yerlerini görerek… Biz vakit yüzünden ve iki günde bile yeter bu kadar heykel görmek hissi yüzünden ikincisini tercih ettik.
Roma hakkında internete şöyle bir göz gezdirseniz yüzlerce yazı çıkar. Bu yüzden ben gördüğüm, duyduğum ve hissettiğim şeyleri yazacağım.
“Roma bir günde yapılmadı” diyorlarmış. Bu söz yeni bir düzen kurulması ile ilgili konularda darbı mesel olarak kullanılıyor.

Rivayete göre Romus ve Rumulus adında iki yetim kardeşi bir kurt emzirmiş ve onlar o kadar güçlenmişler ki, Roma devletini kurmuşlar. Şehrin bir çok yerinde onların hikayesini anlatan heykeller freskler var. Bizde de bir kurt efsanesi vardır ya… Acaba Avrupa ortalarına kadar göceden Hunlardan mı aldılar bu hikayeyi diye düşünmeden edemedim.
 (Resim alıntıdır)
Roma bir açık hava resim, heykel, mimari müzesi denilebilir. Yedi tepe üzerine kurulmuştur deniliyor. Bunlardan Paletine tepesi Romus ve Romulus’un Romayı ilk kurdukları yermiş.
Her biri farklı görünümde meydanlar Roma’yı renklendiriyor. Meydanın ortasında bir çeşme ve çevresinde saray var. Diğer yapılar bunun etrafında dolanıyor. Antik Roma şehrin içinde ve bir parçası olarak var olmaya devam ediyor. Vatikan, Katoliklerin merkezi olsa da antik Roma kültürünü devam ettiren bir unsur gibi görünüyor.

Bizim ilk durağımız Villa Borgez Bahçeleri… Tarihi eskilere dayanan bir villanın bahçesidir ve bugün park olarak kullanılmaktadır. Villa, çok zengin insanların büyük bir arazi üzerine kurdukları köşk ve bahçelere deniliyor burada. Borgez villası resim heykel müzesi olarak kullanılıyor ve bahçeleri, şehrin ortasında şehirden uzak bir doğa parçası.




Modern hayatın gereği olan çevre yolları da mecburen Kale burçlarının arasından arasından geçirilmiş.






Daha sonra yedi tepeden biri olan Gianciolo tepesinden  Roma’yı seyrettik. Turuncu ve kızıl çatılar kuleler yukardan bakınca bir tablo görüntüsü veriyor.

Dünyanın üç dikilitaşından biri Popolo Meydanını süslüyor. Günümüzde tiyatro ve gösteriler için de kullanılıyor. Biz yukardan bakarken tenis turnuvası vardı. 
Bu meydan aynı zamanda Allah’a inanmış olan İseviler’in Romalılar tarafından topluca yakılıp, küllerinin Tiber nehrine atıldığı meydandır deniliyor.
Zamanında Sezar Agustus Mısır’ı işgal ettiği sırada zaferinin nişanesi olarak bu dikilitaşı getirip buraya dikmiş. Üzerinde hiyeroglif resim yazısı ile yazılmış bir kitabe var. Dikilitaşın üzerine konduğu kaidede de Agustus adına yazılmış bir kitabe bulunuyor.
Dikilitaşın etrafındaki dört aslan heykelinin ağızlarından su akıyor ve insanlar bu çeşmenin dibinde serinliyorlar. Bu meydanın sarayı Santa Maria Bazilikası. Melekler ve Şeytanla filminde gördüğümüz mekânlardan biri.


 
Buradan Roma sokaklarında gezinerek, İspanya elçiliğinin bulunduğu, İspanyol meydanına ulaşıyoruz. Meydanı Trinita dei Monti kilisesine çıkan merdivenler ve tekne şeklinde bir çeşme süslüyor.

Piazza del Spagnanın açılldığı Via Condotti, ünlü markaların mağazalarının bulunduğu büyük bir çarşı. Paris’in Şanzelize Caddesi gibi. Ancak orada bizim dikkatimizi çeken bronz eşyalar satan bir antikacı ve her biri özel bir tasarım ürünü olan vitrinler.
Pinokyo ve tahta oyuncakların satıldığı mağaza çok ilginç. Dünyanın en iyi vitrini deniliyormuş.



Via condottiden sonra ulaştığımız yer, Roma’nın en büyük çeşmesi olan Trevi çeşmesi. Aşk çeşmesi olarak da biliniyor. Efsaneye göre Kral ve askerleri susuzluktan ölmek üzere iken Su tanrısı Neptün gelip onları kurtarmış. Roma’daki eserler arasında en bakımlı olan bu çeşme. İnsanlar dilek tutup para atıyorlar çeşmenin oluğuna. Yani olukta bir servet yatıyor.


Panteon’a hava karardıktan sonra varabildik. Nanova meydanında bulunan tapınağın sadece ön yüzünü görebildik. Meşhur üzeri delik kubbesini görebilmek için müze saatlerini kaçırmıştık ama onu Melekler ve şeytanlar filminden hatırlıyorduk.
Pagan dönemden kalma en iyi korunmuş tapınak bu. Deliğin gökyüzünde bulunan tanrılarla iletişim kurmak için bırakıldığı söyleniyor. Ayrıca Engizisyonun yaktığı bazı bilim adamlarının burada bulunduğuna inanılıyor. Panteonun kapısında resim yazısıyla titanların savaşı anlatılmış.
Nanova meydanı çok geniş ve kalabalıktı. Seyyar satıcılar, müzisyenler, göstericiler, ressamlar ve onlarla ilgilenen insanlarla dolu.



Ertesi gün geziye Vatikan’la başladık. Vatikan’a girmek için sıra olduğundan erken kalktık. Burası kendi başına bir devlet sayılıyor. Kendine ait kale surları ve duvarları ile çevrilmiş. Vatikan’ın müzelerini gezmek için vaktimiz olmadığından sadece San Pietro Bazilikasını ve meydanını gezmiş olduk.
Bazilika çok büyük… İçerisi heykeller ve resimlerle dolu Her resim ve heykel kompozisyonu Hristiyanlık tarihinde bir olayı anlatıyor. Ön tarafa geçilmesin diye engel konulmuş. İnsanların içerde açık saçık giyinmesine izin verilmiyor, ihtiyaç varsa kapıda şallar satılıyormuş.
 Aslında Vatikan demek yüzyıllardır İslam'ı yok etmeye çalışmış, Hristiyanlığı paganizme uydurmuş, dini iktidar oyunlarına alet etmiş, fatiha suresinde veladdalliin olarak nitelenmiş bir topluluk demek. Buraları gezerken, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin İstanbul'dan sonra Vatikan ahdi, Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretlerinin Vatikan niyetiyle çıktığı Viyana seferlerini hatırlıyor ve onların torunları olduğumuz için gururlanıyoruz. onlara layık olabilmek için dua ediyoruz.



O kadar resimden dikkatimizi çeken Bazilika’nın kapısındakiydi. Bu din dışı kabul ettikleri insanları doğru yola (!) getirmek için kullandıkları işkence metotlarını anlatıyor.



San Pietro Meydanı çok büyük ve Katolik hacılarla dolu. Gruplar halinde ve en önde haç taşıyan bir din adamıyla birlikte ilahiler söyleyerek yürüyorlar. Bu da çok ilginç bir görüntü oluşturuyor.
Tabii çıkışta türbe önü alışveriş imkânı mevcut… Tiber nehri kıyısında yürürken bizde turistik yerlerde görülen hediyelik eşya pazarına uğruyoruz.


Oradan yürüyerek ulaşabildiğimiz en yakın yer Sen Angelo Kalesi. İmparator Hadrian adına yapılan kale hapishane olarak kullanılmış. İçini gezmeye vakit bulamadık ama içinde işkence odaları, hücreler ve mahkeme salonu olduğu söyleniyor. İdam mahkûmunun başı ise kalenin hemen önündeki köprüde günlerce sergilenirmiş.
Bu köprünün üzerinde çıplak erkek olarak betimlenmiş melek heykelleri bulunuyor. Bir zamanlar papanın evi olarak da kullanıldığı altında vatikana giden gizli geçitler olduğu söyleniyor.Bizim için üzücü bir yanı var bu kalenin. Fatih sultan Mehmet Han’ın kardeşi Şehzade Cem Sultan bu kalede yıllarca hapsedilmiş.


Tiber nehri kıyısındaki gezimizden sonra antik Romaya yöneliyoruz. Ama ne otobüs ne taksi bulmak mümkün değil. Metroya uzak bir mesafedeyiz. Meğer o gün maraton koşusu varmış.
Antik girmek için bir gün önceden bilet alınıyormuş. Gezilmesi de bir gün sürermiş. Biz dışından görmeyi tercih ediyoruz.
Paletin tepesinde cumhuriyet dönemine ait soyluların yaşadığı yapılar bulunuyormuş ama çoğu yıkılmış.
Sonunda filmlerden iyi bildiğimiz kolezyumu görünce ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz. Zaten dibinde biriken insanlarla kıyas edince daha iyi anlaşılır.
Kolezyum, antik çağın stadyumu. Yarısı yıkılmış olsa da hala çok görkemli bir yapı. Adını imparator Collosus Nero’dan almış. Futbol maçlarının olimpiyat oyunlarının değil, hatta boğa güreşlerinin bile değil, insan dövüşlerinin, insanlarla vahşi hayvanların güreşlerinin arenasıymış antik Roma’da.
Suçlular ve devlet otoritesine karşı gelenler, sırf tebaayı sindirmek ve korkutmak adına burada birbirleriyle dövüştürülür ya da aslanların önüne atılırmış. Kazılarda insan kemikleriyle içiçe geçmiş vahşi hayvan kemikleri bulunmuş.
Açlık oyunları ve gladyatör filmini seyredenlerin bu görüntüler hakkında fikirleri vardır. Kapitole itaati sağlamak ve soyluları eğlendirmek için düzenlenen oyunlar. Kapitol başkent demek ve hala Roma için bu kelime kullanılıyor.



Çok büyük bir alanı kaplayan antik Roma’nın kapısı da sağlam kalmış: Konstantinus Takı. Başkentler her kralın zafer işaretleriyle doludur zaten. Antik roma’da bir çok tak var ama resimlemedim.


Antik Roma’nın şehir merkezi olan Forum’u da Capitol tepesinden seyrederek resimliyoruz. Burası o dönemin adalet, alışveriş ve dini merkezleriyle doluymuş. Forum merkez demek… Yaklaşık 2000 yıl öncesinden kalan yıkıntılar bile o dönem ne kadar görkemli olduğunu anlatıyor. Burada bir tapınak ve adalet sarayı görülüyor.


Hükümet binası ve stadyumun da bulunduğu kısımların temelleri görülebiliyor. En ilginç forum ise dünyanın ilk ticaret merkezi olarak kabul edilen, Trajan Forumu.
Forumu böyle yukarıdan seyrederken "Kul siru fil ardı fenzuru keyfe kane akıbetulllezine min kablu kane ekseruhum müşrikin." "De ki: Gezin yeryüzünde de bakın, görün önce gelip geçenlerin sonları neye varmış; onların çoğu müşrikti." ayetini hatırlıyoruz.
Dünyaya kazıklar çakmışlar ama bu dahi göçüp gitmelerine engel olamamış. Şirkleri zulümleri dünya zenginlikleri onları kurtaramamış.



Sonradan Forumu bir de İtalya’yı birleştiren II. Vittoria Emanuel için yapılan sarayın balkonundan seyrettik. Bu vesile ile Vittoria emanuel anıtını gezmiş ve Venezzia Meydanını da görmüş olduk.
Anıt saf beyaz mermerden yapılmış, Roma’daki diğer yapılara göre bile devasa boyutlarda bir bina. Romalılar çok abartılı bulup sevmezlermiş. Aslında Roma’daki bütün anıtlar insanı ezen, minicik hissettiren yapılar.


Bu anıt antik Forum ile Venezzia Meydanı arasında kalıyor. Venezzia Meydanında Mussolinin balkonundan konuşma yaptığı binayı görmüş olduk.





Akşam tekrar dışarı çıktığımızda, ilginç yerler gördük. Gerçeğin ağzı denilen insan yüzü şeklinde bir kilisenin duvarına yerleştirilmiş antik Roma’da Gerçeğin Tanrısı Bocca kabartması. İnsanlar elini ağzına sokunca eğer sevgilisine yalan söylüyorsa ısırdığını düşünüyorlar.

Roma gezisi bunlarla sınırlı değil elbette. Bu sayfalara sığan bu kadar. Tarihe meraklılar için çok iyi bir yer, Turistler için ilgi çekici. Biz Müslümanlar için ibret verici. 

Roma bin yılların başkenti olduğu için çok büyük. Batı dünyasının hep ulaşmak istediği hedef Roma'da gördüğümüz Paganizmin altın çağı.

Batının algısını, dünyaya bakış açısını kavramak için Roma'yı görmek iyi olur. İktidar oyunlarının, dünyaya hükmetmenin sömürmenin, mazlumu ezmenin kültürü burada yatıyor.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

ROMA İLK İZLENİMLER



Bir şehre girerken duruma göre bizi ya havaalanı karşılar ya otobüs terminali ya da arabamızla gitmişsek şehrin bir silueti. İlk izlenim şehre vereceğimiz notu ya da orada yaşayabileceklerimizi az çok hissettirir.
Roma’ya Fuimicino Hava alanından giriyoruz. Bu arada ‘c’ler ‘ç’ okunuyor ve kelimelerin son hecesi uzatılıyor.
Fuimicino büyük ama eski bir havaalanı. Aslına bakılırsa bütün Roma eski bir şehir. Tarihten kalmış, eski olan her şey korunmuş. Binalar sokaklar hep tarihten kalmış. Sokakta gezerken kendimizi yüzyıllarca geride hissediyoruz. İnsanların bazıları sokakta ortaçağdan kalma kıyafetlerle dolaşıyor. Binalara ayıp olmasın der gibi.
Koskoca tarihi binaların alt katında, kemerlerin arasında bir bakkal, bir pastane, bir dükkân görmek bize çok ilginç geliyor. Sokakta, ortaçağdan kalmış binaların arasında, elinde cep telefonuyla konuşan, kaykayla, repçi kıyafetleriyle veya takım elbisesiyle dolaşan insanlar garibimize gidiyor. Bu tarihte kalmış şehirde çok eğreti duruyorlar.
Havaalanından taksiye binip eve varıyoruz. Yavrularımızın evine. Büyük bir heyecanla… Özlemişiz, bir an önce görmek isteriz. Meraktayız, nasıl bir evde yaşarlar, ne yer ne içerler, sağlıkları nasıldır?
Roma’nın surları bütün şehri kuşatıyor neredeyse. Surların dışına doğru pek yayılmış değil. Bizim gittiğimiz Tiburtina, surların dışında kaldığı için bindiğimiz taksinin şoförü bize kıt İngilizcesiyle sürekli “Burası çok uzak, şehrin dışında,” dedi durdu.
İtalyanlar çok konuşkan insanlar. Karşıdakinin anlayıp anlamadığına bakmadan sürekli konuşuyorlar. Güler yüzlü kişilerle karşılaştık, şükür.
Ancak İtalyancaya yabancı olduğumuzdan mı zamanda bayağı geriye gittiğimizden mi bilmem burası bana gezdiğim o kadar yabancı yerden daha da yabancı görünür. Tanıdık gelen ve çok beğendiğimiz bir şey varsa insan elinden çıkmamış, dev boyutlarda, çok yaş yaşamış fıstık çamları.
Eve girince aydınlandı yüzümüz. Yabancı bir yerde kendi canını bulmak ne güzel… Ev bir oda ve bir mutfaktan ibaret… Bir de balkonu olduğu için çocuklar burayı sevine sevine tutmuşlardı.
İtalya’nın diğer şehirlerinde tarım yaygın olduğu için aile birliği korunmuş ama Roma, Avrupa’nın diğer şehirleri gibi küçük ve bekârların yaşadığı evlerle dolu. Çocukların değil köpeklerin yaşadığı evler…
Sokaklar da köpek pislikleriyle dolu. Yani temizlik yönünden de ortaçağı pek aratmıyor. Kızım “Günde iki saat çalışan belediyenin temizliğe vakti olmuyordur,” diye espri yapıyor.
İtalyanlar siesta (öğle uykusu) olayını biraz abartmışlar. Sabah 11’de başlayan mesai 1’de öğlen uykusuna yerini bırakıyor. Sonra 4 ile 6 arası devam ediyor. İtalyanlar, işe değil, eğlenceye düşkünlermiş diye duyduk. O kadar yakından tanımadık tabii.

Çocuklar bizim için iki günlük bir gezi programı yapmışlar. Evde kızımın ilk defa misafir ettiği ailesine hazırladığı bir çeşit sebzeli mantarlı pilav olan ‘risotto’ yu yedik. Sonra aceleyle dışarı çıktık.

11 Mayıs 2016 Çarşamba

ROMA HAZIRLIĞI


Her yolculuğun bir sebebi, döndükten sonra gönlümüzde meydana gelen bir anlamı ve geride kalan hatıralarımız var. Roma yolculuğu diğer turistik gezilerden farklı bir anlam taşıyor bizim için. Kısa süre önce evlendirdiğimiz yavrumuzu görmek öncelikli sebep. Sonra Roma’yı görme isteği geliyor.
Yavrum düğünden hemen sonra eşiyle beraber öğrenci değişimi programı çerçevesinde Roma’ya gitti.  Bir altı ay orada dünyanın ilk mimarlık fakültesinde okuyacaklar. Gideli üç ay oldu ve biz onları hem özledik hem yeni evliler ne durumdadır merak ettik. Roma’yı gezmek de istiyoruz elbette.
Yolculuğa hazırlık dönemi oldukça stresli geçti benim için. Biletlerin alınması, valizlerin hazırlanması heyecanlı geçiyor. Çoğunlukla duygusal davranıyorum. Çünkü niyete göre yapılan iş farklı suretlere bürünüyor.
Kızıma orada bulamadıkları başta et olmak üzere biraz yiyecek götürmek istiyorum. Damadımızın annesi de bir şeyler göndermek telaşında. Anneannesi babaannesi hala ve dayıları gidip yavrumu göreceğiz diye seviniyorlar. Herkes bir şeyler gönderme gayretine giriyor. En çok da selamlarını…
İşte bu ahval üzere son gün geldiğinde valizleri yiyeceklerin havaalanında geri çevrilmesi korkusuyla topluyorum.
Önce İstanbul’a gidiyoruz. Roma uçağı Sabiha Gökçen’den kalkacak. Önce damadımın anne-babasına uğruyoruz. Onlar da gideceğimiz için heyecanlı, kendileri gidemediği için üzgünler. Bir bavul dolusu yiyecek gönderiyorlar bizimle. Elbette selamlarını ve sevgilerini… Hava alanına kadar götürüp uğurluyorlar bizi…
Akşamdan çocuklar taksiyle geleceğimizi söylüyoruz. Böylece onlar bizi evde karşılayacaklar. Havaalanına gelemedikleri için canları sıkılmıyor değil. Arabaları olduğunda o da olur inşallah.

Küçük kızlarım da ablalarını görmek için sabırsızlar. Sonunda uçağa bindiğimde bakıyorum ki, yavrularımla aramızda sadece iki buçuk saat kalmış.

3 Mayıs 2016 Salı

KUDÜS YOLCULUĞU MİRAC YOLCULUĞU

Mescidi Aksa 
Kudüs gezisi için yola çıktığımızda, rehberimizin hatırlattığı ilk şey şu oldu: “Kudüs yolculuğu, miraç yolculuğudur.” Bütün gezi de zaten bu hava içinde geçti.
Kudüs yolculuğu aynı zamanda bir cihad yolculuğudur. Bu konuda da Resulullah (s.a.v.) Efendimiz “Kudüs toprakları kıyamete kadar ribat (nöbet bekleme) topraklarıdır,” buyurmuşlar. Sebebini ziyaretimiz sırasında daha iyi anladık.
Bu yolculuk bize manevi dereceler kazandırdı mı Allah bilir. Ancak bu yolculuk bize hem imani hem de ameli ve ahlaki bazı vazifelerimizi yeniden değerlendirme ve anlama imkânı kazandırdı.
Otelimize yerleşip gece istirahat ettikten sonra gece kalkıp sabah namazına bir saat kala ilk ezanla beraber Mescid-i Aksa’ya vardık. İlk ezan teheccüd için, ikincisi sabah namazı için. Akşam hemen gelmek istemiştik ama geceleri kapalıymış. Bunu öğrenince çok üzülmüştük.
Namaz çıkışı gördüğümüz manzara bizi ağlattı. Filistinli kardeşlerimiz sırf cemaat kalabalık olsun diye şehrin en uzak yerlerinden dahi sabah namazına geliyorlar. Bazı kardeşlerimiz Aksa nöbeti tutuyor. Her namazın arkasından ilim halkaları dolup taşıyor. Kısa süre önce Kudüs müftüsü tutuklanmış bu yüzden.
Mescid-i Aksa, Kudüs’ün doğusunda surlarla çevrili eski şehrin güney doğu köşesinin en uzak noktasına kadar uzanan, surla çevrili bölge içerisindeki alanın tamamıdır. Bu alanın yüzölçümü yaklaşık 144 dönüm ve Kubbet-üs-Sahra, Kıble Mescidi ve sayısı iki yüze ulaşan birçok esere ev sahipliği ediyor.
Mescid-i Aksa "Morya Tepesi" denilen küçük bir tepe ve üzerine inşa edilmiş. Kubbetüs-Sahra'nın üzerine kurulduğu ve Efendimiz (s.a.v.)’in üzerinde durarak miraca çıktığı kaya “Hacer-i Muallaka” bu tepenin en yüksek noktası olarak kabul edilir.

Kudüs, Allah’ın hakkında ayet nazil buyurduğu mübarek belde… “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”(İsra-1)
Mescidi Aksa, Kâbe’den sonra yeryüzünde inşa edilmiş ikinci mescit… “Yeryüzünde üç mescit için yolculuğa çıkın” buyurmuşlar Sevgili Peygamberimiz! Bunlardan ikisi Harameyn-i Şerifeyn olarak bildiğimiz, Kâbe-i Muazzama ve Mescid-i Nebevidir. Üçüncü mescit ise Kudüs şehrindeki Mescid-i Aksa’dır. (Buhari, Mescid,1/6; Savm 67)
İslam’ın ilk kıblesi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gece yürüyüşü (İsra) ile gittiği ve oradan Mirac’a yükseldiği Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs, mübarek bir beldedir. Resulullah (s.a.v.) Kudüs’e özel bir önem vermiş, “Beytü'l-Makdis’e gidin, oraya gidemezseniz, hiç değilse o mescide bir hediye gönderin" buyurmuştur.
Mescidi aksanın altını kazıyorlar. amaç yıkılmasını sağlamak.
Dolayısıyla bu gezi kuru kuruya bir gezi değil, bir vefa ziyareti, bir sıla-i rahim oldu. Atamız Hz. İbrahim’e ve yeryüzünde tevhidin temsilcisi evlatlarına ziyaret, Resulullah (s.a.v.)’in miraca yükseldiği mekânı görme, miracı anlamaya çalışma, şu an esaret altında olan, mümin kardeşlerimize destek ziyareti oldu.
Kudüs şehri iki gün gezmekle bitmedi. Büyük bir heyecanla, yemek bile yemeden, çarşı Pazar görmeden yapılan bu gezi, Kudüs’ü tam olarak tanımaya yetmedi. Daha çok kalmalıydı orada. Tekrar tekrar gitmeli hem de…
Kudüs yolculuğu esnasında, birçok gerçekleri müşahede imkânı bulmuş olduk. Miracın sadece namaz değil, aynı zamanda ruhen, manen, ahlaken bir yükseliş olduğunu anladık bu gezide.
Orada, Hacer-i Muallaka’nın yanında namaz kılarken ve dua ederken düşündük; “Miraç, niye Kudüs’ten gerçekleşmiş?” Çünkü birçok peygamber, aynı şekilde buradan miraca yükselmiş. Muhakkak bu toprakları Allah mübarek kıldığı için.
Fatiha suresindeki “ğayri’l-mağdubi aleyhim” ifadesini, niçin her gün kırk defa okuduğumuzu daha iyi anladık. Efendimiz(s.a.v.)’in bize bildirdiğine göre bu ifadede kastedilen grup Yahudiler ve onlar gibi davrananlardır. Bakara Suresinin nerede ise tamamı Yahudilerin niçin gazaba uğradıklarını açıklar.
Kudüs’te yaşananları yerinde gördükten sonra ayne’l-yakin bu gerçeği anlamış olduk. Ancak İslam ümmetinin de gazaba uğrama tehlikesi altında olduğunu daha iyi anladık. Mesela, “Bananecilik” İsrailoğulları’nın gazaba uğramasına sebep olan bir hastalık idi. Şu an biz bu duruma düşmüşüz. Gözümüzün önündeki zulme sessiz kalabiliyoruz.
Yine bu kavmin niye gazaba uğradığını gösteren bir şey de onların bir zamanlar kendilerine zulmeden Firavun’dan daha ileri gitmiş olmalarıdır. Yani mazlum rolünde değillerse zalim rolündeler. Bu da sonlarının yakın olduğunu gösteriyor. Aslında kendileri de bunun farkındalar ve bu yüzden aşırı hırçın davranıyorlar. 
Bugün bizler kendi küçük dünyalarımızda yaşarken, genellikle etrafımızda olup bitenlerle ilgilenmiyor ya da olanları modern dünyanın bize dayattığı bir gözle anlıyoruz. Filistinli kardeşlerimizi bir an bile unutmamamız gerekirken, unutmuş, onları kendi hallerine bırakmışız. Bu yüzden başbakanın bir sözü dahi onların yüreklerinin ısınmasına, geleceğe umutla bakmalarına sebep olmuş.
Bizim sadece onları ziyaretimiz bile büyük bir sevinç kaynağı oluyor. Türkiye bizim arkamızda fikrini ediniyorlar. Kudüs sokaklarında dolaşırken birçok Filistinli kardeşimiz elimizi sıkıp ziyaretimiz için teşekkür ettiler.
Bunun yanı sıra ziyaretlerimiz Yahudiler için korku vesilesi… Zaman zaman Mescid-i Aksa’ya girişleri kısıtlıyor, ziyaretçi gruplarına hırçın davranıyorlar. Hz. İbrahim Efendimiz’in Medinesi sayılan Elhalil şehrinde, ziyaretten dönerken grubumuz dar bir sokakta silahlı İsrail askerleri tarafından sıkıştırıldı.


Şunu iyi anlamalı ki, Kudüs’ü ziyaret eden fiilen cihad etmiş gibidir. Mescid-i Aksa’da namaz kılan Miracı daha iyi anlayabilir.

Biz bu geziden dönerken karar verdik ki, bundan sonra Efendimiz (s.a.v.)in tavsiyesine uyarak, Kudüs’ü tekrar tekrar ziyaret edelim ya da hediyelerimizi, maddi imkânımız yoksa da dualarımızı gönderelim. Kudüsü ve Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmernin önemini kardeşlerimizle paylaşalım ki, bu mübarek beldelerimiz bu garibanlıktan, bu zulümden bir an önce kurtulsun.


Ocak 2010

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Hacılarla Hediyeleşme ve Uğurlama





Bugün bizi uğurlamaya gelenler, kardeşlerim, yeğenlerim, anne-babalar, çocuklarım… Sağ olsunlar eş dost ziyarete geldi. Telefonla ulaşabildiklerime “Allahaısmarladık,” dedim. Gitmeye de çalıştım helallik almak için. Makbul bir hac yapmak istiyoruz kul hakkı kalmasın üzerimizde.
Annemler bizden on gün önce vardılar Mekke’ye. Aynı yıl gidiyor olmamız da daha önceki temennilerimize karşılık Allah’ın bir lütfu olsa gerek.
Aylar öncesinde gördüğüm rüyada, Efendimiz (s.a.v.)in ayağının altını öperken, hocamın da elini öpmüştüm. Bugün anlıyorum, her şey Allah’ın takdiriyle oluyor; Bu mübarek topraklara Nebiler Sultanının ayak tozlarına yüz sürmeye gelinmeden önce el öpmek gerekiyormuş. Gelmeden önce cuma toplantısına gittim. Orada yâd edip andık rahmetli Hocamızı. Dostlarla görüştük. Yolumuz ise İstanbul üzerinden geçiyordu. Semadan da olsa Hocama Fatiha okudum dua ettim.

Hac yolcularına hediyeler getirmek, hacıların mübarek beldelerden hediyeler getirmesi, çok güzel adetler. Şimdi yaşarken daha iyi anlıyorum. Hem hediyeleşmek sünnet hem de hacının ihtiyacı olabilecek ama onun aklına gelmeyen hediyeler seçiliyor. Mesela bir arkadaşımın getirdiği seccade, diğerlerinin ortaklaşa aldıkları elbise, bazı iç çamaşırları, mübarek beldelerde onları sürekli hatırlamaya ve duaya vesile olan hediyelerdi. Ayrıca hacıyı uğurlamak, Allah ve peygamber aşkından kaynaklanmakla beraber, aradaki sevgi ve muhabbeti de artırıyor.

BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...