10 Şubat 2018 Cumartesi

İNGİLTERE GEZİSİ 3

3 Ocak 2018 Londra’da yağmurlu gezi
Londra’ya Saat 4’ten sonra vardığımız için akşam karanlığı ve yağmur bizi karşılıyor.  Londra’yı ilk gördüğümde hoşuma gidiyor. Büyük ve hareketli şehirleri seviyorum. Şehre girişimizden itibaren yollar, ışıklar, hareketli trafik bizi içine çekiyor.
Londra bir günde gezilmez ama maalesef sadece bir günümüz var. Bir günde Sultanahmet ve Ayasofya’yı gezmiş ve “İstanbul’u gördüm,” demiş gibi olacağız.
Otelimiz Thames nehrinin kenarındaydı neyse ki. Westminister Köprüsünün başında ve Big Ben’e karşıdan bakıyor. Hatta 45 sterlin fazla ödeyerek Big Ben manzaralı odada kalabileceğimizi bile söylediler. Sterlin tl’nin beş katı değerinde olduğu için ben bu gezide bayağı cimri davranıyorum. Zaten arabaya otopark parası da ödedik. Burada her şey parayla… Londra merkezde otoparkı olan otel bile bulamadık.

Londra gezi rehberlerinde işaret edilen çoğu turistik yeri nehir boyunca yürüyerek karşıdan gördük öncelikle. 

London Eye denilen dönme dolaba binmeye korktuk. Nehirde vapur gezisinin saatlerini kaçırdık. vakit dar olduğu için iki günlük hop-on hop-off otobüs biletini kaçıdık. 

Geriye yürüme kaldı. Akşam akşam nehir kenarında, yağmur altında romantik bir yürüyüş oldu. O kadar kendimizi kaptırdık ki, bir buçuk saat nehir kenarında yağmur altında yürüyüp Tower Bridge’e ulaştık.

Thames nehri kenarında çok köprü var ama bu en gösterişli olanı. Köprünün iki başında iki kule var. Bunlar müze olarak kullanılıyormuş ve aşağıda trafiğin aktığı bir köprü var. Bu köprünün bazı zamanlar tam olarak açıldığı meşhurdur. Tabii bunu görmek için tarihlerini bilip denk gelmek lazım. Kulelerin üst katlarından başka bir köprü daha var.  Burası gösteri amaçlı kullanılıyormuş. Biz aşağıdan resimlerin çekebildik.
Fırtına’da Londra,
Sabahleyin Londra gezmeye daha çok vaktimiz olsun diye erken kalkıp sokağa çıktık ama başımıza ne gelsin. Fırtına… İnsanı uçuran bir fırtına var. Bu bizim yürüyerek Londra turumuzu suya düşürdü. 15 dk. mesafedeki Buckhingam Sarayına taksiyle gitmek zorunda kaldık.
İngiltere’nin meşhur yuvarlak eski model taksilerini ve yuvarlak şapkalı polislerini biz Ten-Ten filminden hatırlarız. Hala aynı model taksiler kullanılıyor.  Meşhur kırmızı telefon kulübelerini de kaldırmamışlar. Şehre romantik bir hava katıyor.Biz yirmi yıl önceki eşyaları bile kaldırıp atıyoruz. 

Buckingham Sarayı Kraliçenin yaşadığı ve İngiltere yönetimine ait olan saray. Big Ben ise Birleşik Krallık parlementosu. Herşeye rağmen manga değişimi törenine denk geldik ama kalabalıktan dolayı törenin bir kısmını seyredebildik.Sarayın önünde tören yapan askerler de hala yüzyıllar öncesinden kalan kıyafetlerini giyiyorlar. 

Soğuktan içeride gezecek yerler aranırken karşımıza Kraliçe’nin eşyalarının sergilendiği bir müze çıkıyor. Fiyatını söylemeyeyim burada, müzeyi bırakıp hediyelik eşya mağazasında dolandıktan sonra bir cesaret, 15 dk uzaklıktaki Hyde Parka gidiyoruz ama fırtınadan dolayı yarım saatten fazla sürüyor yol.
Hyde Parkın içindeki birkaç yılda bir kurulan, Winter Wonderland adlı panayır merkezini görecektik, parkın iç tarafındaki etkinliklere göz atacaktık ama fırtına izin vermiyor. Daha parkın kapısında kendimizi bir taksiye zor atıyoruz.


Yaşadığımız şoku atlatana kadar odaya dönüp yeni bir plan yapmaya karar veriyoruz. Kapalı alan gezmeliydik ya da arabayla turlamalıydık. Biritish Museum noel tatili dolayısıyla kapalıydı. Botanik mğzesi soğuk olabilirdi.Otelden çıkış yapıp valizleri arabaya yükleyip koyulduk yola. Big Ben’in yanından geçtik ve Trafalgar Meydanını, Oxford caddesini arabayla geçtik. 
Trafalgar meydanı bizim Ankara’nın Ulus Meydanı kadar bir yerdi. Oxford caddesi de zenginlerin alışveriş yaptığı çok lüks ve gösterişli bir yer olacaktı ama bizim İstanbul’un Bağdat caddesinden büyük müydü bilemedim. Belki de arabayla geçtiğimiz içindir.
Ünlü Sherlok Holmes romanlarında yetenekli dedektifin evinin bulunduğu Baker sokağının da içinden geçelim dedik. Bir de ne görelim. Sherlok Müzesi ve Watson eczanesi. İki katlı küçük bir ev… Önünde o kadar büyük bir ziyaretçi sırası vardı ki sadece resim çekmekle yetindik.


Londra’da alışveriş merkezi, çarşı pazar çok fazla… Zaten bizim gördüğümüz koca şehrin minik bir kısmıydı. Sadece turistlerin ilgisini çok çekiyor denilen Camden Lock adında, bütün dünyadan esnafın yerini aldığı, kredi kartı kullanılmayan, bu yüzden hippi tarzı denilen insanların yerel kıyafetle gezdiği bir pazara gittik. Çok eğlenceli oldu. Çok ilginç objeler vardı.


Camden Town tamamen alış veriş yapılan bir semt ve Camden Lock demiryolu köprüsünün altında zamanında atların ahırı ve askerlerin kaldığı yerlerden oluşuyor. Gezerken hala ahır kokusu geliyordu. 
Sanırım yine geleceğim…
Sadece sokaklarda dolanmakla bile epey vakit geçmişti. Camden bizi biraz oyalamıştı. Şimdi sıcak bir camii bulmak sırası gelmişti. Londra Merkez Camiini de gösterdi Google bize. Camii çok güzeldi. Büyük bir kompleks… Eğitim Merkezi, düğün ve toplantı salonu ve restoranı vardı. Helal yemek ve açız. Öğleni kılıp nefis Pakistan yemekleri yiyip çay içince kendimize geldik. Doğrusu ne zaman cami görsek kendimizi evimizde hissettik zaten.

Londra’da çok Müslüman var gerçekten. Bunu hep duyardık ama görünce daha iyi anladık. Mağazalarda esnaf, dairelerde çalışan başörtülü kadınlar… Rahatça ulaşabildiğimiz helal marketler. Hatta Londra’nın belediye başkanı da Müslüman bir kadınmış. İnşallah Müslüman bir Londra gösterir bize Rabbim.
Burada Abdülhamit Han rahmetlinin İngiliz elçisi ile bir diyaloğu aklıma geldi. Elçi Ulu Hakanla küstah bir biçimde konuşunca o şöyle karşılık veriyor. “Bana bak sefir efendi. Ben bütün Müslümanların halifesiyim. Şunu unutma ki, Londra’da ciddi sayıda Müslüman var.
Londra Müslümanların zorlanmayacağı bir memleket ama hayat çok pahalı… Asgari ücret miktarı oran olarak bizimkiyle denk geliyormuş ama kiralar aşırı pahalı. Metro, ulaşım, ev kiraları aşırı pahalıymış. Biz metroyla yolculuk yapalım dedik ama üç kişiye taksi daha ucuz geldi.


Londraya Hint kültürü damgasını vurmuş durumda. yemekler, iç döşeme, çarşı pazarın en renkli kısımları. İnsan düşünmeden edemiyor. Acaba İngilizler mi Hindistan'ı sömürgeleştirmiş mi diye. kendileri daha çok etkilenmiş gibi görünüyordu.
Londra, bir zamanların üzerine güneş batmaz denilen büyük bir imparatorluğun başkenti olduğu gibi bu gün de büyük ve görkemli bir şehir. Paris, Roma onun yanında çok sönük kalır. İstanbul’un güzelliği ile elbette karşılaştırmam ama bende bıraktığı duygu bu oldu: Tıpkı İstanbul gibi, burası bir veya birkaç günde görmekle anlaşılır bir yer değil. Bir müddet yaşamak lazım… Sanırım yine geleceğim.
Uçak saatine daha çok vardı ama geziye devam etmek için hem vakit kısıtlıydı hem de çok yorgun ve üşümüş bir haldeydik. Biz de Londra’nın merkezinden iki saat uzaklıktaki havaalanına doğru yola koyulduk.  
10 Ocak 2018
Gülsüm Sezen
Not: 2,3,5,6,7, ve 11 resimler alıntıdır. Fırtınadan dolayı fazla resim çekememiştim.


Hiç yorum yok:

BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...