1. Gün
Burası Cox Bazar, Myanmar sınırı. Dünya İslam Sağlık
Birliği’nin çalışmalarına katılıyorum. Mahmudiye Vakfı adına buradayım.
Small Kidness Bangladeş adında bir dernekle çalışıyoruz.
Yerel bir dernekle çalışmak zorunlu çünkü dili bölgeyi ve şartları
bilmiyoruz. SKB Dünya İslam Sağlık Birliği WIHU üyesi. Aynı zamanda İHH ve
TİKA ile çalışıyor. Hükümetimizin desteklediği bir kuruluş…
Çok ihlaslı ve fedakâr insanlar. Kamplarda okulları yetimhaneleri ve hastaneleri var.
Çok güler yüzlü ve kibar davranıyorlar göçmenlere.
Öncelikle bizi kamplarda gezdiriyorlar. Öyle şeyler görüyoruz
ki, gerçek manada ne söylemek ne yazmak mümkün değil. Ancak hicretin ne
olduğunu, muhacir olmanın ne olduğunu, niye bu kadar sevabı olduğunu orada
anlıyoruz.
Kamplardan oluşan koca bir şehir burası, 700 000 nüfusu var. Birçok
özel kuruluşa ait kamplar var.
Kamplar bambudan ve tenekeden yapılmış küçük evlerden, toprak yollar, bambu merdivenler, teneke tuvaletler, hastaneler, okullar, pazarlar ve bakkal dükkânları ve elbette binlerce Rohingyalı göçmenden oluşuyor.
Kamplar bambudan ve tenekeden yapılmış küçük evlerden, toprak yollar, bambu merdivenler, teneke tuvaletler, hastaneler, okullar, pazarlar ve bakkal dükkânları ve elbette binlerce Rohingyalı göçmenden oluşuyor.
Sıra sıra ve neredeyse iç içe evler tepeleri doldurmuşlar. Ev
dediysem; baraka… Tuvaletler dışarda, kanalizasyon yok, sokakların
aralarından akıyor atık sular, sivrisinekler ve hastalık riski çok.
Neyse ki, her sokağın başında su kuyuları açmışlar. Su büyük
bir nimet burada... Erkekler kuyunun başında yıkanıveriyor. Zaten peştemal
takıyorlar günlük hayatta. O da üzerinde yıkanmış oluyor. Sıcakta zaten çabucak
kurur. Muhtemelen ikincisi de yoktur. Çocuklarını da yıkıyorlar ama kadınlar
nerede yıkanıyor bilemedim.
Evlerin, barakaların içinde iki oda ve bir mutfak var. Oda
dediysem iki kişinin yatabileceği bir alan… Beton dökülmüş yere, hasırın
üstünde yatıp uyuyorlar. Mutfaklara toprak ocak yaptırmış SKB. Yere bizim
sacayak yerine kerpiçten iki deliği olan bir ocak. Bangladeşin evlerinde de
bundan kullanıyorlar. Bambu yakıyorlar. Kap kacak da vermişler herkese.
Yatak yardımı için soruşturduk ama “Buralarda, köylerde
insanlar zaten böyle yaşıyor, hayat tarzı bu,” dediler. İçimize bir iki damla
serpiliyor.
Muhacirler topraktan yaptıkları kerpiçlerle yol yapıyorlar,
bambu ile ev. Pazar kurmuşlar
kendilerine ama para yok ki satış olsun. Sürekli yiyecek dağıtım yerlerinden
uzak mahallelere kadar çuvalla pirinç taşıyanlara rastlıyoruz.
Sonra kampta rastgele bir aileyi ziyaret ediyoruz,
yaşantılarını görmek için. Dil bilmiyoruz. Bizi tanıştıran tek bir ortak söz;
Esselamü Aleyküm!
Rohingyalıların dindar insanlar oldukları görülüyor. Her evde
mutlaka Kuran-ı Kerim var. Kadınlar tesettürlü, bütün oğlan çocuklarının adı
Muhammed’le başlıyor. Kampların her
mahallesindeki bambu camilerin her birinin imamı var ve cemaatle namaz
kılınıyor.
Çok saygılı sessiz sakin insanlar. Onca kalabalıkta bir
gürültü, pazarda, dağıtım merkezlerinde bir patırtı duymadık. Çocukları da
öyle saygılı ve kibar, el açıp isteyen görmedik hiç.
Bu yokluk ve zorluğun içinde bir varlık var ki bu insanları
en yüksek mertebeye oturtuyor bizim gözümüzde: İman!
Yüzleri güleç insanların, dinleri için vatanlarından hicret
etmişler. Nasılsın sorusuna tek cevapları var; Elhamdülillah!
Şu anda her yer kumla kaplı. Yağmur mevsimi geldiğinde
buralar vıcık vıcık çamur olacak. O zaman tabanı yere yapışık olan
barakalarda çamurun içinde yatacaklar. Barakaların yerden kaldırılması gerek.
Şu anda SKB’nin önceliği bu konu… İHH ile yerden yüksek bambu evler yapıyorlar.
İyi ki bambu var.
Bazı dernekler evleri yapmış, bazıları kuyu açmış, bazıları
okul hastane, bazıları kanal, bazıları yol… Bazı dernekler evlere ocak
yaptırıvermiş. Kimi kap kaçak vermiş kimi yiyecek kimi giyecek...
Tam bir iş bölümü… Tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuş.
Tam bir iş bölümü… Tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuş.
En çok biz tesir etmişiz oradaki yardımlara, en çok
Cumhurbaşkanımızın gayretleri çok etkili olmuş. Bunun için defalarca teşekkür
ettiler bize.
Acaba biz çok mu geç kalmışız yardım için diye düşünürken
eksikleri konuşuyorlar yetkililer. Her daim yiyecek ve giyeceğe, suya, ilaca,
doktora, hastaneye, okula ihtiyaç var. Son ikisine daha çok misyonerler el
atmış.
Genel bir geziden sonra, SKB’nin polikliniklerini gezdiriyorlar
bize. Doktorlarla tanışıp hastalara ilaç verdi Kasım Bey, reçeteleri kontrol
etti. Muammer hoca hasta muayene etti ve teşhisleri onayladı. Doktorlar Bangladeşli
yeni mezun gönüllü gençler, maşallah.
Çadır hastanelerinde erkeklere erkek, kadınlara kadın doktor
bakıyordu. Dâhiliye, çocuk, kadın doğum ve cerrahi bölümleri var. Ancak
pek cerrahi imkânlar yok. Doktor reçeteyi yazıyor ve hemen yan bölmedeki eczaneden
de ilacını alıyor hasta
En son bir okulu ziyaret ediyoruz. Burada her anımız çok
duyguluydu ama çocuklarla daha da yoğunlaştı. Çocuklarla yabancı veya kötü hissetmiyoruz.
Onlar bakışları içimizi ısıtıyor ve birden onlardan biri olup aralarına
karışıyoruz.
Burası her sınıftan çocuğun aynı mekânda ders yaptıkları bir
okul ve elbette bambudan yapılmış. Aynı zamanda yemekhane, mescit, toplantı
salonu… Aynı zamanda anaokulu oyuncakları var. Onları da bir yardım
kuruluşu bağışlamış. Çocuklarsa onlarla oynamayacak kadar olgunlaşmış gibi.
Okullarda çocuklar önce Kuran-ı Kerim, Arapça ve dini dersler
öğreniyorlar. Müfredatta İngilizce de var ve bu onlar için hayati öneme sahip.
Çünkü Bengalce ile Arakan dili de farklı.
Çocukların çoğu kimsesizmiş ve onlarla da diğer göçmen
aileler ilgileniyormuş. Çocuklar sabah gelince kahvaltı yapıyor, dersten
sonra da öğle yemeği yiyip dağılıyorlarmış.
Biz vardığımız sırada sofralar kurulmuştu. Tam 200 çocuğa bir
sofra. Yemeklerin dağıtımına yardım ettik. Kuran okumalarını ve şarkılarını
dinledik. Beraber resim çektirdik. Bir Tebbet suresi okuyuşları vardı ki,
ciğerimiz dağlandı. Ebu leheplere lanet okumanın tam da yeriydi burası.
Ve ben o çocukların düzenli bir şekilde oturup yemek
yiyişlerini, tabaklarını sünnetleyişlerini, yanlarındaki su ile ellerini
yıkayışlarını, tabaklarını götürüp yerine koyuşlarını hayretle izledim. Ne itiş
kakış vardı, ne yemek beğenmemezlik, ne mızmızlanma... En son iki nöbetçi
çocuk sofraları toplarken hocaları da hasırları süpürdü ve beraber resimler
çektirdik.
İlk geldiğimde kriz zamanlarında büründüğüm ruh halimle
duygularım donmuş hissiz kalakalmıştım sanki. Böyle bir hayatı idrakim
almıyordu. Bu çocuklardan ayrılırken ben artık değişmiştim. Bir daha eskisi
gibi olmayacaktım. Acımıyordum, merhamet ediyordum, yanlarındaydım,
oracıktaydım, ensardım şimdi, mutluydum. Ben onlara değil de onlar bana daha
faydalı olmuşlardı. Yarını iple çekiyordum.
Gülsüm Sezen
12.03.2018
12.03.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder