3 Nisan 2018 Salı

ARAKAN ÜMMETİN VİCDANI


 1. Gün
Burası Cox Bazar, Myanmar sınırı. Dünya İslam Sağlık Birliği’nin çalışmalarına katılıyorum. Mahmudiye Vakfı adına buradayım. 
Small Kidness Bangladeş adında bir dernekle çalışıyoruz. Yerel bir dernekle çalışmak zorunlu çünkü dili bölgeyi ve şartları bilmiyoruz. SKB Dünya İslam Sağlık Birliği WIHU üyesi. Aynı zamanda İHH ve TİKA ile çalışıyor. Hükümetimizin desteklediği bir kuruluş… 
Çok ihlaslı ve fedakâr insanlar. Kamplarda okulları yetimhaneleri ve hastaneleri var. Çok güler yüzlü ve kibar davranıyorlar göçmenlere.
Öncelikle bizi kamplarda gezdiriyorlar. Öyle şeyler görüyoruz ki, gerçek manada ne söylemek ne yazmak mümkün değil. Ancak hicretin ne olduğunu, muhacir olmanın ne olduğunu, niye bu kadar sevabı olduğunu orada anlıyoruz.
Kamplardan oluşan koca bir şehir burası, 700 000 nüfusu var. Birçok özel kuruluşa ait kamplar var.
Kamplar bambudan ve tenekeden yapılmış küçük evlerden, toprak yollar, bambu merdivenler, teneke tuvaletler, hastaneler, okullar, pazarlar ve bakkal dükkânları ve elbette binlerce Rohingyalı göçmenden oluşuyor. 
Sıra sıra ve neredeyse iç içe evler tepeleri doldurmuşlar. Ev dediysem; baraka… Tuvaletler dışarda, kanalizasyon yok, sokakların aralarından akıyor atık sular, sivrisinekler ve hastalık riski çok. 
Neyse ki, her sokağın başında su kuyuları açmışlar. Su büyük bir nimet burada... Erkekler kuyunun başında yıkanıveriyor. Zaten peştemal takıyorlar günlük hayatta. O da üzerinde yıkanmış oluyor. Sıcakta zaten çabucak kurur. Muhtemelen ikincisi de yoktur. Çocuklarını da yıkıyorlar ama kadınlar nerede yıkanıyor bilemedim. 
Evlerin, barakaların içinde iki oda ve bir mutfak var. Oda dediysem iki kişinin yatabileceği bir alan… Beton dökülmüş yere, hasırın üstünde yatıp uyuyorlar. Mutfaklara toprak ocak yaptırmış SKB. Yere bizim sacayak yerine kerpiçten iki deliği olan bir ocak. Bangladeşin evlerinde de bundan kullanıyorlar. Bambu yakıyorlar. Kap kacak da vermişler herkese.
Yatak yardımı için soruşturduk ama “Buralarda, köylerde insanlar zaten böyle yaşıyor, hayat tarzı bu,” dediler. İçimize bir iki damla serpiliyor.
Muhacirler topraktan yaptıkları kerpiçlerle yol yapıyorlar, bambu ile ev. Pazar kurmuşlar kendilerine ama para yok ki satış olsun. Sürekli yiyecek dağıtım yerlerinden uzak mahallelere kadar çuvalla pirinç taşıyanlara rastlıyoruz.
Sonra kampta rastgele bir aileyi ziyaret ediyoruz, yaşantılarını görmek için. Dil bilmiyoruz. Bizi tanıştıran tek bir ortak söz; Esselamü Aleyküm!
Rohingyalıların dindar insanlar oldukları görülüyor. Her evde mutlaka Kuran-ı Kerim var. Kadınlar tesettürlü, bütün oğlan çocuklarının adı Muhammed’le başlıyor. Kampların her mahallesindeki bambu camilerin her birinin imamı var ve cemaatle namaz kılınıyor.
Çok saygılı sessiz sakin insanlar. Onca kalabalıkta bir gürültü, pazarda, dağıtım merkezlerinde bir patırtı duymadık. Çocukları da öyle saygılı ve kibar, el açıp isteyen görmedik hiç.
Bu yokluk ve zorluğun içinde bir varlık var ki bu insanları en yüksek mertebeye oturtuyor bizim gözümüzde: İman!
Yüzleri güleç insanların, dinleri için vatanlarından hicret etmişler. Nasılsın sorusuna tek cevapları var; Elhamdülillah!
Şu anda her yer kumla kaplı. Yağmur mevsimi geldiğinde buralar vıcık vıcık çamur olacak. O zaman tabanı yere yapışık olan barakalarda çamurun içinde yatacaklar. Barakaların yerden kaldırılması gerek. Şu anda SKB’nin önceliği bu konu… İHH ile yerden yüksek bambu evler yapıyorlar. İyi ki bambu var.
Bazı dernekler evleri yapmış, bazıları kuyu açmış, bazıları okul hastane, bazıları kanal, bazıları yol… Bazı dernekler evlere ocak yaptırıvermiş. Kimi kap kaçak vermiş kimi yiyecek kimi giyecek...
Tam bir iş bölümü… Tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuş.
En çok biz tesir etmişiz oradaki yardımlara, en çok Cumhurbaşkanımızın gayretleri çok etkili olmuş. Bunun için defalarca teşekkür ettiler bize.
Acaba biz çok mu geç kalmışız yardım için diye düşünürken eksikleri konuşuyorlar yetkililer. Her daim yiyecek ve giyeceğe, suya, ilaca, doktora, hastaneye, okula ihtiyaç var. Son ikisine daha çok misyonerler el atmış.
Genel bir geziden sonra, SKB’nin polikliniklerini gezdiriyorlar bize. Doktorlarla tanışıp hastalara ilaç verdi Kasım Bey, reçeteleri kontrol etti. Muammer hoca hasta muayene etti ve teşhisleri onayladı. Doktorlar Bangladeşli yeni mezun gönüllü gençler, maşallah.
Çadır hastanelerinde erkeklere erkek, kadınlara kadın doktor bakıyordu. Dâhiliye, çocuk, kadın doğum ve cerrahi bölümleri var. Ancak pek cerrahi imkânlar yok. Doktor reçeteyi yazıyor ve hemen yan bölmedeki eczaneden de ilacını alıyor hasta
En son bir okulu ziyaret ediyoruz. Burada her anımız çok duyguluydu ama çocuklarla daha da yoğunlaştı. Çocuklarla yabancı veya kötü hissetmiyoruz. Onlar bakışları içimizi ısıtıyor ve birden onlardan biri olup aralarına karışıyoruz.
Burası her sınıftan çocuğun aynı mekânda ders yaptıkları bir okul ve elbette bambudan yapılmış. Aynı zamanda yemekhane, mescit, toplantı salonu… Aynı zamanda anaokulu oyuncakları var. Onları da bir yardım kuruluşu bağışlamış. Çocuklarsa onlarla oynamayacak kadar olgunlaşmış gibi.
Okullarda çocuklar önce Kuran-ı Kerim, Arapça ve dini dersler öğreniyorlar. Müfredatta İngilizce de var ve bu onlar için hayati öneme sahip. Çünkü Bengalce ile Arakan dili de farklı.
Çocukların çoğu kimsesizmiş ve onlarla da diğer göçmen aileler ilgileniyormuş. Çocuklar sabah gelince kahvaltı yapıyor, dersten sonra da öğle yemeği yiyip dağılıyorlarmış.
Biz vardığımız sırada sofralar kurulmuştu. Tam 200 çocuğa bir sofra. Yemeklerin dağıtımına yardım ettik. Kuran okumalarını ve şarkılarını dinledik. Beraber resim çektirdik. Bir Tebbet suresi okuyuşları vardı ki, ciğerimiz dağlandı. Ebu leheplere lanet okumanın tam da yeriydi burası.
Ve ben o çocukların düzenli bir şekilde oturup yemek yiyişlerini, tabaklarını sünnetleyişlerini, yanlarındaki su ile ellerini yıkayışlarını, tabaklarını götürüp yerine koyuşlarını hayretle izledim. Ne itiş kakış vardı, ne yemek beğenmemezlik, ne mızmızlanma... En son iki nöbetçi çocuk sofraları toplarken hocaları da hasırları süpürdü ve beraber resimler çektirdik.
İlk geldiğimde kriz zamanlarında büründüğüm ruh halimle duygularım donmuş hissiz kalakalmıştım sanki. Böyle bir hayatı idrakim almıyordu. Bu çocuklardan ayrılırken ben artık değişmiştim. Bir daha eskisi gibi olmayacaktım. Acımıyordum, merhamet ediyordum, yanlarındaydım, oracıktaydım, ensardım şimdi, mutluydum. Ben onlara değil de onlar bana daha faydalı olmuşlardı. Yarını iple çekiyordum.

Gülsüm Sezen 
12.03.2018









Hiç yorum yok:

BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...