6 Nisan 2018 Cuma

ARAKAN ÜMMETİN VİCDANI





2. Gün
13 Mart 2018 
Bugün Cox Bazarda ikinci günümüz. Yeniden Arakan kamplarındayız. Dün keşif gezisi yapılmıştı, asıl aksiyon bugün.
Dün akşam kesilen beş tane ineğin eti gece doğranmış pişirilmiş ve birer kiloluk kaplarda paketlenmiş şekilde önümüze geldi. Burada göçmenlere altı ayda bir et verildiğini öğrendiğimde çok üzüldüm
Maşallah çalışkan bir ekip var burada; SKB ekibi... 
Ayrıca biz buraya gelene kadar hazırlık yapıp giysi, temizlik malzemesi, pirinç, mercimek, soğan, patates ve baharat paketlenip hazırlanmış. Bizde tuz neyse burada baharat o.
Dağıtıma askerler yardımcı oluyordu. Sistem şu şekilde: insanlar girişte ihtiyaçlarını bildirip kart alıyorlar. Kartlarında yazılı olan şeyin sırasına giriyorlar ve sonunda içeri girip paketlerini alıyorlar. Görevliler bunu dikkatle organize ediyor.
Yumuşak başlı insanlar oldukları için sıraya giriyor ve uyum sağlıyorlar.
Biz önümüze gelen insanlara paketlerini verdik sadece. Bütün organizasyon sizlerin maddi manevi katkılarınız buradaki kardeşlerimizin çalışmalarıyla yapılmış.
Yazılacak çok şey var ama çalışmalara öncelik vermek istiyorum. 

Hayatımda ilk defa yardım dağıttım. O kadar sıcakkanlı insanlar ki her biri paketini almaya geldiğinde selam veriyor. Dil bilmiyoruz ama gözlerimizle hal hatır ediyoruz. Bu inanılmaz bir duygu. Herkese tavsiye ederim. Vermek demek almak demek aslında… Ve aldığınız şeyin kıymeti hiç bir maddi ölçüye sığmaz.
Kadınlar çocuklar ve yaşlılar paketlerini alırken gözüme bakıyor ve mutlu oluyorlar. Ancak çalışabilecek durumda olan erkeklere verirken çok utandım. Çünkü onlar yere bakıyordu. Bangladesh hükümeti çalışmalarına izin vermiyor ve geri de gidemiyorlar.
Bazı erkekler derneklerin işlerinde, ev, yol, altyapı çalışmalarında iş bulmuş. Bakkal dükkânı açanlar da olmuş ama pek müşterileri yoktu. Kaçak çalışanlar da varmış.
Hicret buymuş meğer ve ne zormuş.
13 Mart 2018 öğleden sonra:

Sıra hastaneleri gezmeye geldi. Burada bulunuşumuzun sebebi sağlık alanındaki ihtiyaçları tesbit etmek aslında.
İslam Sağlık Birliğinin Bangladeş üyesi Small Kidness Bangladeş SKB’nin kamplarda 10 ayrı polikliniği var. Tabii ki çadırdan yapılmış, ya da bambudan.
Bambu bizim oralarda pahalı ama burada en ucuz malzeme...
Polikliniklerde kadın ve erkeklerin ayrı bölümü ve doktorları var. İlacı doktor yazıyor ve eczane bölümünden ellerine veriyorlar. Derme çatma da olsa bir düzen kurulmuş.
Dr. Kasım ve Dr. Muammer Beyler ikisi de FTR Uzmanı. Fizik tedavi hastalarına baktılar. Önceden haber verildiği için bu tür hastalar gelmiş bugün.
Türkiye’den temin edilen tekerlekli sandalye ve koltuk değneklerini uygun hastalara verdiler. 
Hastaneye birinin kucağında ya da sürünerek gelip de sandalyelerine oturarak gidenlerin mutluluğu da görülmeye değerdi doğrusu.
Ben de bayan doktor ve hemşire ile sohbet ettim biraz. Günde 200 hasta bakıyormuş. Genç bir hanım. Yoruluyor ama hayırlı bir iş yaptığı için mutlu. Bana Erbakan hocamızı tanıdığını fikirlerini benimsediğini Türkiye’deki kardeşlerini örnek aldıklarını ve çok sevdiğini anlatıyor. Tabii ben çok duygulanıyorum. Sonra sarılıp kucaklaşıp ayrılıyoruz.
Ve en son bizim hastanemize gidiyoruz, kahraman doktorlarımızı görmeye. Sağlık Bakanlığı bir hastane açmış, doğumevi, ameliyathanesi, uzman doktorları olan tam teşekküllü bir hastane. Bambudan inşa edilmiş elbette ama burada üniversite hastanesi kalitesinde. Hatta şehirdeki hastanelerden bile çok üstün durumda.
Hastanenin binasını altyapısını AİD yapmış. İHH cihazlarla ilgilenmiş. Sağlık Bakanlığı işletiyor. Geri kalanı kahraman doktorlarımızda...
Toplamda günde 850 hasta bakılıyormuş. Ameliyatlar ortopedi hastaları. Sezeryan ameliyatı bile yapmışlar. Sekiz ayrı alanda uzmanımız var. Buraya iki aylık görevlendirme ile geliyorlarmış. Her biri evinden çoluk çocuğundan ayrılıp gelmiş. Büyük bir fedakarlık… Yüzlerinde ne bir bıkkınlık vardı ne yorgunluk. 
Biz varır varmaz kaynaşıyoruz hemen. Sohbet muhabbet. İslam Sağlık Birliğinde çalışmak istiyor bazıları. 
“Baktığımız hasta yeterli,” dememişler. Kamplardaki diğer kuruluşların polikliniklerini ziyaret edip ameliyatlık hastaları karmaşık vakaları buraya yönlendirmelerini karşılıklı işbirliği yapmayı teklif ediyorlarmış. 
Zaten böyledir. İyiliğin tadını alan bir daha bırakamaz.
Bangladeş Dakkada son günümüz 


Gazipur’da rehberimizin ailesini ziyaret ettik Rehberimiz Şefikul-İslam Ankara’da okuyor ve SKBnin üyesi. 
Ailesinin bizzat açmış olduğu çocuklara dini eğitim de verilen yetimhaneyi ziyaret ettik. Çocukların bizim için hazırladıkları programı izlerken çok duygulu anlar yaşadık.
Açıkçası burası Arakan değil başkent Dakka’nın yanı başında büyük sayılacak bir şehir olmasına rağmen yaşam şartları göçmenlerle pek de farklı değil. 
Bununla beraber yetimlere kucak açmışlar.
Akşam yola çıkmadan önce SKB ile son bir toplantı yapıp durumu değerlendirdik ve gelecekte ve yakın gelecekte yapabileceğimiz etkinlikler hakkında konuştuk. 
Bizi ağırladıkları ve bu hayırlı vazifeleri yaptıkları için dernek başkanı Rıdvan Beye teşekkür ettik. 
Bangladeş genel olarak gelişmeye açık bir ülke. Kendi zor şartları içinde Arakanlın kardeşlerine yardım ediyorlar. Önceki yazılarımda bunlardan bahsetmiştim. 
Bengal milleti aslında Arakanlılar için elinden geleni yapmış. Kendileri gibi bir yaşam vermeye çalışıyorlar. Ve çok desteğe ihtiyaçları var.
Bu saatten sonra Dünya İslam Sağlık Birliği Sağlık-Der ve Mahmudiye vakfı olarak muhacirlerin hayrına çalışmalar sürdüreceğiz inşallah. Dua desteklerinizi bekleriz.

3 Nisan 2018 Salı

ARAKAN ÜMMETİN VİCDANI


 1. Gün
Burası Cox Bazar, Myanmar sınırı. Dünya İslam Sağlık Birliği’nin çalışmalarına katılıyorum. Mahmudiye Vakfı adına buradayım. 
Small Kidness Bangladeş adında bir dernekle çalışıyoruz. Yerel bir dernekle çalışmak zorunlu çünkü dili bölgeyi ve şartları bilmiyoruz. SKB Dünya İslam Sağlık Birliği WIHU üyesi. Aynı zamanda İHH ve TİKA ile çalışıyor. Hükümetimizin desteklediği bir kuruluş… 
Çok ihlaslı ve fedakâr insanlar. Kamplarda okulları yetimhaneleri ve hastaneleri var. Çok güler yüzlü ve kibar davranıyorlar göçmenlere.
Öncelikle bizi kamplarda gezdiriyorlar. Öyle şeyler görüyoruz ki, gerçek manada ne söylemek ne yazmak mümkün değil. Ancak hicretin ne olduğunu, muhacir olmanın ne olduğunu, niye bu kadar sevabı olduğunu orada anlıyoruz.
Kamplardan oluşan koca bir şehir burası, 700 000 nüfusu var. Birçok özel kuruluşa ait kamplar var.
Kamplar bambudan ve tenekeden yapılmış küçük evlerden, toprak yollar, bambu merdivenler, teneke tuvaletler, hastaneler, okullar, pazarlar ve bakkal dükkânları ve elbette binlerce Rohingyalı göçmenden oluşuyor. 
Sıra sıra ve neredeyse iç içe evler tepeleri doldurmuşlar. Ev dediysem; baraka… Tuvaletler dışarda, kanalizasyon yok, sokakların aralarından akıyor atık sular, sivrisinekler ve hastalık riski çok. 
Neyse ki, her sokağın başında su kuyuları açmışlar. Su büyük bir nimet burada... Erkekler kuyunun başında yıkanıveriyor. Zaten peştemal takıyorlar günlük hayatta. O da üzerinde yıkanmış oluyor. Sıcakta zaten çabucak kurur. Muhtemelen ikincisi de yoktur. Çocuklarını da yıkıyorlar ama kadınlar nerede yıkanıyor bilemedim. 
Evlerin, barakaların içinde iki oda ve bir mutfak var. Oda dediysem iki kişinin yatabileceği bir alan… Beton dökülmüş yere, hasırın üstünde yatıp uyuyorlar. Mutfaklara toprak ocak yaptırmış SKB. Yere bizim sacayak yerine kerpiçten iki deliği olan bir ocak. Bangladeşin evlerinde de bundan kullanıyorlar. Bambu yakıyorlar. Kap kacak da vermişler herkese.
Yatak yardımı için soruşturduk ama “Buralarda, köylerde insanlar zaten böyle yaşıyor, hayat tarzı bu,” dediler. İçimize bir iki damla serpiliyor.
Muhacirler topraktan yaptıkları kerpiçlerle yol yapıyorlar, bambu ile ev. Pazar kurmuşlar kendilerine ama para yok ki satış olsun. Sürekli yiyecek dağıtım yerlerinden uzak mahallelere kadar çuvalla pirinç taşıyanlara rastlıyoruz.
Sonra kampta rastgele bir aileyi ziyaret ediyoruz, yaşantılarını görmek için. Dil bilmiyoruz. Bizi tanıştıran tek bir ortak söz; Esselamü Aleyküm!
Rohingyalıların dindar insanlar oldukları görülüyor. Her evde mutlaka Kuran-ı Kerim var. Kadınlar tesettürlü, bütün oğlan çocuklarının adı Muhammed’le başlıyor. Kampların her mahallesindeki bambu camilerin her birinin imamı var ve cemaatle namaz kılınıyor.
Çok saygılı sessiz sakin insanlar. Onca kalabalıkta bir gürültü, pazarda, dağıtım merkezlerinde bir patırtı duymadık. Çocukları da öyle saygılı ve kibar, el açıp isteyen görmedik hiç.
Bu yokluk ve zorluğun içinde bir varlık var ki bu insanları en yüksek mertebeye oturtuyor bizim gözümüzde: İman!
Yüzleri güleç insanların, dinleri için vatanlarından hicret etmişler. Nasılsın sorusuna tek cevapları var; Elhamdülillah!
Şu anda her yer kumla kaplı. Yağmur mevsimi geldiğinde buralar vıcık vıcık çamur olacak. O zaman tabanı yere yapışık olan barakalarda çamurun içinde yatacaklar. Barakaların yerden kaldırılması gerek. Şu anda SKB’nin önceliği bu konu… İHH ile yerden yüksek bambu evler yapıyorlar. İyi ki bambu var.
Bazı dernekler evleri yapmış, bazıları kuyu açmış, bazıları okul hastane, bazıları kanal, bazıları yol… Bazı dernekler evlere ocak yaptırıvermiş. Kimi kap kaçak vermiş kimi yiyecek kimi giyecek...
Tam bir iş bölümü… Tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuş.
En çok biz tesir etmişiz oradaki yardımlara, en çok Cumhurbaşkanımızın gayretleri çok etkili olmuş. Bunun için defalarca teşekkür ettiler bize.
Acaba biz çok mu geç kalmışız yardım için diye düşünürken eksikleri konuşuyorlar yetkililer. Her daim yiyecek ve giyeceğe, suya, ilaca, doktora, hastaneye, okula ihtiyaç var. Son ikisine daha çok misyonerler el atmış.
Genel bir geziden sonra, SKB’nin polikliniklerini gezdiriyorlar bize. Doktorlarla tanışıp hastalara ilaç verdi Kasım Bey, reçeteleri kontrol etti. Muammer hoca hasta muayene etti ve teşhisleri onayladı. Doktorlar Bangladeşli yeni mezun gönüllü gençler, maşallah.
Çadır hastanelerinde erkeklere erkek, kadınlara kadın doktor bakıyordu. Dâhiliye, çocuk, kadın doğum ve cerrahi bölümleri var. Ancak pek cerrahi imkânlar yok. Doktor reçeteyi yazıyor ve hemen yan bölmedeki eczaneden de ilacını alıyor hasta
En son bir okulu ziyaret ediyoruz. Burada her anımız çok duyguluydu ama çocuklarla daha da yoğunlaştı. Çocuklarla yabancı veya kötü hissetmiyoruz. Onlar bakışları içimizi ısıtıyor ve birden onlardan biri olup aralarına karışıyoruz.
Burası her sınıftan çocuğun aynı mekânda ders yaptıkları bir okul ve elbette bambudan yapılmış. Aynı zamanda yemekhane, mescit, toplantı salonu… Aynı zamanda anaokulu oyuncakları var. Onları da bir yardım kuruluşu bağışlamış. Çocuklarsa onlarla oynamayacak kadar olgunlaşmış gibi.
Okullarda çocuklar önce Kuran-ı Kerim, Arapça ve dini dersler öğreniyorlar. Müfredatta İngilizce de var ve bu onlar için hayati öneme sahip. Çünkü Bengalce ile Arakan dili de farklı.
Çocukların çoğu kimsesizmiş ve onlarla da diğer göçmen aileler ilgileniyormuş. Çocuklar sabah gelince kahvaltı yapıyor, dersten sonra da öğle yemeği yiyip dağılıyorlarmış.
Biz vardığımız sırada sofralar kurulmuştu. Tam 200 çocuğa bir sofra. Yemeklerin dağıtımına yardım ettik. Kuran okumalarını ve şarkılarını dinledik. Beraber resim çektirdik. Bir Tebbet suresi okuyuşları vardı ki, ciğerimiz dağlandı. Ebu leheplere lanet okumanın tam da yeriydi burası.
Ve ben o çocukların düzenli bir şekilde oturup yemek yiyişlerini, tabaklarını sünnetleyişlerini, yanlarındaki su ile ellerini yıkayışlarını, tabaklarını götürüp yerine koyuşlarını hayretle izledim. Ne itiş kakış vardı, ne yemek beğenmemezlik, ne mızmızlanma... En son iki nöbetçi çocuk sofraları toplarken hocaları da hasırları süpürdü ve beraber resimler çektirdik.
İlk geldiğimde kriz zamanlarında büründüğüm ruh halimle duygularım donmuş hissiz kalakalmıştım sanki. Böyle bir hayatı idrakim almıyordu. Bu çocuklardan ayrılırken ben artık değişmiştim. Bir daha eskisi gibi olmayacaktım. Acımıyordum, merhamet ediyordum, yanlarındaydım, oracıktaydım, ensardım şimdi, mutluydum. Ben onlara değil de onlar bana daha faydalı olmuşlardı. Yarını iple çekiyordum.

Gülsüm Sezen 
12.03.2018









BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...