8 Temmuz 2016 Cuma

KÖYE GELMEK


Köye yüzlerce kez gideriz.  Çocukluğumdan beri her yıl ve evlendiğimden beri sayamadığımız kadar. Yüzlerce köy fotoğrafımız var. Köye gidilmez bizde, biz köye geliriz. İşin aslı köye gidip gelmelerimiz gezginliğimizin temel'ini teşkil eder.
Göçebe atalarımızdan aldığımız genler rahat vermez bize. Bir kaç haftadan sonra dürtüklemeye başlar. Bir yerlere gitmek ihtiyacı vardır. Gidilecek en kolay ve tanıdık yer köydür. Kısa yoldan göçme ihtiyacımızı gideriveririz. Tebdil-i mekanda hayır vardır ne de olsa. Köyü sevmeyen ben bile bu kadar sık geliyorsam...
"Köy sevilmez mi?" derler. Peşinden en az on güzel yönünü sayıverirler. Neden sevmediğimde ilgili yirmi sebep de ben sıralarım hemen. Ancak gerçek nedeni söyleyeyim. Hep aynı yere gidiyor olmak. Hatta gidemeyip geliyor olmak.
Köye gitmekle ilgili hatırımda ilk kalan şeylerden biri sürekli ısıran ve canımı yakan böcekler ve elektrik olmadığı için gece elimizde idare lambasıyla tuvalete gitmektir. İdare lambası elimdeyken duvarda uzayan gölgeler bu gün dahi içimi ürpertir.
Ayrıca bayramlaşmaya gidilen yerlerde oradaki teyzelerden ve çocuklardan tamamen farklı giyimimiz ve elimizin yüzümüzün temiz olması dolayısıyla kardeşimle bana garabetmişiz gibi bakılıp şeher bebesi bunlar denilmesi aklımda kalmış. Hala yabancı bir ortama girdiğimde o günlerde yaşadığım yabancılık hissini yaşarım.
İlk çocukluk yıllarımda köye her gidişimde yaşananlar bunlar değil elbet. Babaannemin bizi kapıda karşılayıp da "Gülümen kopeklerim beniiim" diye sarılıp ağlaması, dedemin hanayda tırpan bilemesi, tarlada ekinlerin hep birlikte sağdan sola ahenkle biçilmesi, sapların bağlanıp sırtımızda harman yerine taşınması, ekin yığınlarının arasında bıldırcın kuşlarını arayıp bulmak, hanaya kurulan salıncak için kardeşimle kavga etmek, çok tatlı anılar.
Dedem rahmetli okumuş bir insandı. En büyük keyfi ocak başına oturup kitap okumaktı. Sanırım okuma genlerim ondandır. Mutlaka kitap okurken uyuyakalır, babaannemin işler kalıyor diye söylenmelerine uyanıp "Sus be kadın," derdi. Şimdi ikisi de rahmetli oldular.
Hasanlar köyüne en son gittiğimde alt katında hayvanların yaşadığı iki katlı evin alt katının toprağa gömüldüğünü, ön taraftaki çeşmenin ve fırının yıkıldığını evin alt yanından akan derenin kuruduğunu gördüm. Üstü otlarla kapanmış ahırdan çıkan babannen gözümün önüne geldi. Sanki kulağıma da içerdeki eşeğin sesi...
Bir başka köy halamların ki. Kurtlarda bizim yaşımızda çocuklar var ve deliler gibi oynuyoruz. Annem orada da üstümüz kirletince kızıyor ama sanırım halamın "Olsun varsın, çocuk onlar deyişinden güç alıyoruz biraz.
Diğer halamın köyü Çalaman da az maceralı değil. Annem hep diken üstünde olur, hep bize birşey olacak diye korkardı. Bu yüzden epey azar işitirdik. Ama benim için en korkutucu olan, ineklerle danaların köyün içine girdiği saatler. Bu hayvanlar hala gözüme devasa görünür. Hala çocukları ise bu korkum yüzünden benimle alay ederlerdi.
Bir başka önemli köy annemin köyü Toklar. Burada ısıran böceklere bir de arılar eklenirdi. O Kocaman hayvanlara da kömüşler. Bu mandanın bizim oradaki adı. Akşam üzeri hayvanlar eve girerken ancak pencereden bakabilirdim. Oysa sofraya oturunca o arıların balını ve kömüşlerin yoğurdunu afiyetle yerdim. Dayımın kızlarıyla burada ne oyunlar oynardık.
Niye köyü seyvmezmişim bilmiyorum şimdi ama annemin anneannemlerin şeherdeki evinde, teyzemde ve yine şeherde oturan amcamlarda daha mutlu olduğunu iyi biliyorum.
Evlendiğimde eşimin köyüne gelmeye başladık. Avşar köyü halkı göçebeliği hiç bırakmamış diyelim. Ahalinin tamamı senenin bir kısmını köyde bir kısmını Ankara'da geçiriyorlar. Benim Ankara'da oturan kayınvalidemler Bayram'ları köyde geçiriyorlar. Bu kadar yıldır bunun sebebini çözemedim ama Ankara'da oturduğum halde anneme bayram sonu gitmek beni iyice köyden uzaklaştırdı. Duygusal olarak tabii... Çünkü bedenen burdayım.
Nedeni açık: Bizim ezeli değerlerimiz adına. Eşimin yanında olmak, aile bütünlüğü ve Allah Rıza'sı. Köyün bizi burada tutan zevkleri yok mu? Var elbet. Çayın kenarına inip ayaklarımızı suya sokmak, boyumuza ulaşmış otların içine yatmak, balkonda köy çeşmesinin suyuyla yapılmış eşsiz çayı içmek, aileni mutlu görmek...
Ayrıca artık ne böcekler ne uzayan gölgeler var. Köy evinde bulaşık makinemiz ve sıcak suyumuz bile var. Nerden nereye geldik.
Küçük yaşta başlayan bu köye gelmeler bizi yolculuğa bağımlı hale getirdi. Göçmeyenleri anlayamaz hale geldik. Çocuklarımız köy yolunda yoğruldular. Bebekken arabaya biner binmez huzurla uyuyakalan kızlarım şimdi uzak memleketleri gezdikçe mutlu oluyorlar.
Yolda insan her türlü şarta hazırlıklı olmalıdır. Beklemeye, yolcuların her tür davranışlarına, yol arkadaşının uyumsuzluklarına, arabanın bozulmasına, yürümeye, yağmura tutulmaya, aç ve susuz kalmaya...
İnsan gezide ise her tür yatakta yatmaya, her türlü yiyeceği yemeye, her tür insanla iletişim kurmaya alışmalıdır. Zorluklara göğüs germeyi ve insanlarla geçinmeyi, sabrı ve şükrü, her şartta ibadetini yapmayı gezide öğrenir insan.
İşte bunlar da genlerimizin bizi zorladığı köy yolculuklarının ilk elden faydaları.
Yolculuğun zevkleri de var. Kardeşinle itişmek, kitap okumak, arabanın camından sırayla geçen ağaçları saymak, direksiyon sallarken arabesk dinlemek, mola yerinde bir küçük bardak şekerli simsiyah çay içmek gibi:)
Biz de bu yol aşkı varken sürekli köye gidip gelerek yolculuk antrenmanı yapmaya devam edeceğiz. Elbette yol bizi cennete götürmeli biiznillah!

BEKLEYİŞ

Bekleyiş, bekleyiş, bekleyiş… Kutlu beldelere gitmek için önce kendi içimizde başlar bekleyiş. İmkânların hazır olmasından ziyade manevi bir...